“BÖLÜM 1: Haritanın Sessiz Tanıklığı”
On iki yaşındayken, Elif ilk kez gökyüzüne uzun uzun baktı. Annesi ölmüş, babası içine kapanmıştı. Gece sessizliğinde, odasının penceresinden yıldızlara bakarken bir his doluyordu içine: Sanki orada, uzaklarda bir düzen vardı; insanın kalbindeki dağınıklığı bile bilen bir düzen.
Yıllar sonra, Elif bir psikolog olmuştu. Ama klasik yöntemler yetmiyordu ona. İnsanların acılarına dair bir şeyler eksikti. Seanslar, teknikler, kuramlar... Hepsi yardımcıydı ama bazen bir kelime, bir sembol ya da bir arketip, saatlerce süren konuşmadan daha çok iyileştiriyordu. İşte o zaman astrolojiyle tanıştı. Ama bu, fallarla ya da kaderle ilgili değildi. Elif’in aradığı şey, ruhun haritasıydı.
O gece danışanı Cem geldiğinde, Elif doğum haritasını önünde açık tuttu ama bir kere bile "Merkür’ün burada, Güneş’in şu burçta" demedi. Cem anlattı: “Ben hiçbir şeyi tamamlayamıyorum. Her şeye başlıyorum, ama sonunu getiremiyorum.” Yüzü dalgalı bir deniz gibiydi; gözleri kaçamak, sesi bastırılmış.
Elif, haritaya baktı. Ay, Balık burcundaydı. Geçmişin derin sularında saklanan bir çocuk vardı orada. Venüs’ü retro, 4. evdeydi. Sevgi, geçmişte donmuş bir hatıra gibiydi. “Belki de,” dedi Elif yavaşça, “bir şeyleri tamamlamak, sana çocukken verilen bir sevgi sözünün tutulması gibi hissettiriyor olabilir.” Cem sustu. Sonra ağlamaya başladı. Bu söz, zihinsel bir çözümleme değil, kalbindeki düğümün diliydi.
Psikolojik astroloji, Elif için artık bir harita değil; bir ayna olmuştu. İnsanlar burçlarını, yükselenlerini, ev yerleşimlerini değil; bastırdıkları duyguları, tekrar eden kalıpları, ailelerinden miras aldıkları ruhsal görevleri konuşuyorlardı. Her doğum haritası bir hikâyeydi. Ve her hikâye, bireyin hem geçmişiyle hem potansiyeliyle yüzleşmesiydi.
Bir başka danışanı, Duygu, kronik yalnızlıktan yakınıyordu. Onun haritasında Satürn, 7. evdeydi. Bir kısıtlama gibi görülebilirdi. Ama Elif onunla şöyle konuştu: “Bazen Satürn, ilişkilerde seni yalnız bırakmaz; seni, kendinle tanıştırmak için herkesi dışarıda tutar. Belki de yalnız değilsin, sadece derinleşmeye zorlanıyorsun.” Duygu başını salladı, gözleri doldu. Belki de ilk defa yalnızlığı bir eksiklik değil, bir çağrı gibi hissetmişti.
Zamanla Elif’in seansları değişti. İnsanlar burç yorumları almaya değil, içsel yolculuklara çıkmaya geliyordu. Psikolojik astroloji, onların “neden hep aynı döngülere düştüğünü”, “neden belli insanlar tarafından tetiklendiklerini”, “hangi duygulara karşı zırh geliştirdiklerini” ortaya çıkaran bir pusula olmuştu.
Çünkü harita kader değil, içsel hava durumu gibiydi. Ve Elif hep şunu söylüyordu:
“Yağmur yağacaksa, şemsiyeni al. Ama gökyüzünü suçlama. O sadece sana, içinde neler olup bittiğini gösteriyor.”